Kayıtlar

Kasım, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Çizgi

Resim
  O sabah, tıpkı ondan önceki tüm sabahlar gibi, evinden çıkıp biraz yürüdükten sonra, soldaki ilk sokağa girip engebeli yokuşu çıkmaya başlamıştı elindeki malzemeleriyle. Yükü ağır değildi ama zahmetliydi taşıması, hele ki o Arnavut kaldırımlı yokuşu tırmanırken.  En fazla on beş - yirmi adım yürümüştü ki, ayağı yolun taşlarına takıldı. Yüz üstü kapaklanırken, ne dosyasını, cetvellerini, ne de sefer tasını koruyamamıştı. Canı yanmıştı bir de. Ayağa kalkıp üstünü başını temizlerken, bir yandan da eşyalarını toplamaya çalıştı. Sefer tasının kapağından sızan yemeğin yağı, tasın dışına ince bir çizgi çekmişti. Başta fark etmese de biraz yürüdükten sonra dizinin acısı yürümesini yavaşlatmaya başlamıştı. Yine de kendini zorladı, derse yetişmesi gerekiyordu. Yavaş da olsa bitirdiği yokuşun ardından sağa dönüp biraz daha yürüdükten sonra otobüse bindi. Çok uzak değildi okul, nasıl olsa yetişecekti.   Yolda giderken, edebiyat öğretmeninin verdiği ödevi yetiştirmesi içi...

Güven Duygusu

Resim
Neden fotoğraf çekeriz? "An"ı hatırlamak için neden belgeye ihtiyaç duyarız? Mutluyuz mesela, ailemizle, dostlarımızla keyifli bir gün geçiriyoruz ve birden "hadi" diyerek fotoğrafları peş peşe çekmeye başlıyoruz. Keyfimizi, çekilen fotoğraflarla pekiştiriyoruz, neden? Çok mu ihtiyaç var fotoğrafa? Zaten mutlu ve keyifli değil miydik, anın kendisini yaşamak yerine neden belgeleme ihtiyacı duyarız ki?   "An"ı "anı"ya dönüştürmek için o filmler ya da dijital veriler şart mı yani? Hepimiz nasılsa gördük, duyduk bütün konuşmaları, kahkahaları.  Yoksa zihn imize güvenmiyor muyuz unutursak diye? Unutmasak bile, bize güven veren somut bir şeylere ihtiyaç duyuyoruz; bizi ikna eden bir şeye... Gözü, kulağı, beyni ve kalbi olan bu "canlı" halimizle, "cansız"dan medet umuyoruz. Hatta bunun için teknolojiyi sonuna kadar kullanıyoruz ve onun geliştirilmesine deli gibi seviniyoruz.  "Cansız" diyoruz da, onu da bizler y...

Hayatın Kokusu

Resim
          Zaman, eşyaları yıpratır, bulunduğunuz mekanları eskitir.  Mesela, bir sandalye 10-20 yıl içinde belki kullanılmaz hale gelir; üzerinde sayısız çizikler, bir ayağı diğerlerine muhalif ve dengesiz, oturma kısmı çökmüş ve zayıf bir iskelet... Veya demirden bir eşya, pas içinde, ilk rengi unutulmuş, kim bilir kaç el değmiş, kaç yağmur ıslatmış, ne yükler taşımış.            Bir oda düşünün, içinde yaşananlar belki bir kitaba, bir filme konu olacak kadar güçlü ve kalabalık mevzular beslemiş.            Güneş ışınları sabah veya akşam üstü bir mekana direkt vurduğu zaman veya ışığın kapalı olduğu akşam vakti kapalı bir ortamda el fenerini yaktığımızda, havada uçuşan toz zerreciklerini görürüz;  "Vay be" deriz, nasıl da fark etmemişiz bunca tozu...  Işığı kapatınca yine yokmuş gibi olurlar, yine unuturuz varlıklarını.  Ama bu onların var olmadığını göstermez. Onlar...