Hayatın Kokusu
Zaman, eşyaları yıpratır, bulunduğunuz mekanları eskitir.
Mesela, bir sandalye 10-20 yıl içinde belki kullanılmaz hale gelir; üzerinde sayısız çizikler, bir ayağı diğerlerine muhalif ve dengesiz, oturma kısmı çökmüş ve zayıf bir iskelet...
Veya demirden bir eşya, pas içinde, ilk rengi unutulmuş, kim bilir kaç el değmiş, kaç yağmur ıslatmış, ne yükler taşımış.
Bir oda düşünün, içinde yaşananlar belki bir kitaba, bir filme konu olacak kadar güçlü ve kalabalık mevzular beslemiş.
Güneş ışınları sabah veya akşam üstü bir mekana direkt vurduğu zaman veya ışığın kapalı olduğu akşam vakti kapalı bir ortamda el fenerini yaktığımızda, havada uçuşan toz zerreciklerini görürüz;
"Vay be" deriz, nasıl da fark etmemişiz bunca tozu...
Işığı kapatınca yine yokmuş gibi olurlar, yine unuturuz varlıklarını.
Ama bu onların var olmadığını göstermez. Onlar, ihmal ettiklerimizdir.
Onlar, eskiyen eşyaların üzerindeki kir, pas ve çiziklerin en yakın şahitleridir; hatta, ta kendileridir.
Yalnız eşyaları eskiten bu toz tanecikleri, istemsizce başka görevleri de barındırır: yaşanan olayların koku zerrecikleri olmak gibi..
Evet her olayın bir kokusu vardır, mekanlara sinen koku, bundandır.
Olayın mevzusu, kişileri, mekanı, eşyaları, dinamikleri, hatta o an orada bulunmayan kişileri bile bu kokunun kaynaklarıdır.
İyi veya kötü epey etkisi ve birikimi vardır insanlar üzerinde. Bu yüzden farkında olmadan o kokuları üzerimizde taşırız, ömür boyu bizimle gelirler.
Ve bu kokuları sadece biz duyarız, herkes kendini duyar yani, ki bunu da çoğu zaman bilinçaltı ile yaparız.
Etrafa ise bunu görüntü veya ses olarak yansıtırız bilmeden. Belki saçımızın şekli, giyim tarzımız, belki ses tonumuz, gülüp ağlama şeklimiz, yüzümüzdeki kırışmalar veya gözlerimizin bakış şekli ve en önemlisi de kalbimizin atış ritmi...
İnsanların arasındaki görünmez bağın bir parçası olduğuna inanıyorum bu etkilerin.
Mesela zaman sandalyeyi eskitirken, üzerinde oturanların dostluklarını ise güçlendirmiştir.
Ve o esnada masaya dökülen çay lekesi, o muhabbetin mührü sayılır.
Bu eşyaların tozu sabit kalmaz, uçar ve taşıdığı kokuyu evrene yayıp sabitler. Ancak karanlık bir ortamı aydınlatan o çizgisel ışığın varlığında fark edilebilir bu durum.
Gerçek dostluk da böyledir, karanlıkta yanan güçlü bir ışık gibi kalbimizden içeri girer ve toz gibi küçücük görünen binlerce anıyı size hatırlatır.
Zamanın eşyalara bıraktığı iz "eski"yi temsil etse de, dostluğun bıraktığı izin maddesel olarak tanımı yoktur. Görsel ve sözel anlatım, bu duyguların tarifinde yetersiz kalır.
Her dostluk kendi özel izini, tozunu ve kokusunu biriktirir, bizler de bunları hayat boyu kalbimizde taşırız.
Bu yüzden de herkes kalbini dinlerken kendi hayatının kokusunu duyar...
Yorumlar
Yorum Gönder